Anoreksiya, bireyin ideal beden arayışından çok kendini var edebilme çabasıdır. Yani asıl mesele yemek değil, benliktir. “Güzellik uğruna zayıflıyor” gibi yanlış algılar hastalığın ölümcüllüğünü görünmez kılar. Anoreksiya nevroza, estetik bir arayış değil, ruhsal bir çöküştür.
Anoreksiya nevroza beyinde başlar fakat etkisini en çok bedende gösterir. Anoreksik birey için aç kalabilmek bir zaferdir; çünkü aç kalmak beden üzerindeki egemenliğin bir göstergesidir. Bu hastalıkta zihin ve beden birbirine rakip gibi konumlanır. Beden her zayıfladığında zihin daha çok kazandığını sanır.
Nihal Candan neden hapise girdiği süre içerisinde Anoreksiya hastalığına yakalandı?
“Kontrol kaybı” Anoreksiya için en büyük tetikleyicidir. Hapishane gibi bir ortamda bireyin:
Ne zaman uyanacağına,
Ne giyeceğine,
Kiminle konuşabileceğine,
Hatta bazen ne düşüneceğine kadar her şeyin sınırlandığı bir dünyada tek özgür kalabildiği alan bedenidir. Bu noktada, beden üzerinden alınan her “kilo kaybı”, ona tekrar bir kontrol hissi, bir varlık alanı yaratır.
Duygusal bastırmanın en bilindik yolu ise yeme davranışıdır. Nihal Candan gibi kamuoyunda “özgüvenli, estetik algısı yüksek” olarak özellikle moda programları aracılığı ile tanınan bir figür için, tutuklanma gibi ani bir statü kaybı, kişinin benliğinde yaralanma yaratır. Bu yaralanma dış dünyaya öfke ya da depresyon şeklinde değil kendine yönelen bir kontrol etme ve yok etme davranışlarıyla ortaya çıkar. İşte bu noktada Anoreksiya devreye girer.
İmaj ve görünürlük kaybı, bedensel telafi isteği doğurur.
Beden, sözün yerine geçer.
Yemeği reddetmek = Suçlamaları reddetmek,
Zayıflamak = Arınmak,
Kilo vermek = Varoluşu yeniden kontrol etmek anlamına gelir.
Bu bağlamda Nihal Candan özelinde aslında diğer psikiyatrik bozukluklar da tetiklenebilirdi; ancak anoreksiya, hem yeni bir kimlik oluşturma çabası hem de pasif bir cezalandırma mekanizması olarak ortaya çıktığı söylenebilmektedir.
Peki psikoterapi ya da tıbbi müdahaleler neden sonuç vermedi ?
Birçok anoreksik birey tedaviyi reddeder. Tedavi sürecine gönülsüz girer veya bırakır. Çünkü zayıflık onlar için kontrol ve başarı sembolüdür. Terapiye direnç yüksektir çünkü açlık beynin işleyişini etkileyerek, tedaviye karşı duyarsızlaştırmaktadır. Beyin, açlıkla birlikte serotonin ve dopamin gibi mutluluk ve tatmin ile ilgili kimyasalların üretimini kısıtlar. Bunun sonucunda bilişsel yetiler zayıflar içgörü kaybolur. Hasta artık ölmek üzere olduğunu fark edemeyecek düzeye gelir. Bu noktada terapi, ilaç, sevgi ve herhangi bir müdahale etkisiz kalır. Çünkü beyin, hayatta kalma yerine, artık ölümü kabul etmeye başlamıştır.